“Beden sadece kendi doğasının yasalarından hareketle öyle çok şey yapabilir ki zihni hayret içinde kalır” Spinoza
Gündelik yaşamda, fiziksel ihtiyaçlarımızı gidermek ya da bedensel rahatsızlıklarımız dışında bedenimizi pek hissetmeyiz. Temiz tutmamız, kokular sürmemiz, giysilerle donatmamız, beslememiz hatta formda tutmak için spor yapmamız bedenimizi önemsediğimizin göstergesi olsa da, onu bütünüyle hissettiğimiz anlamına gelmez. Günlük hayatın karmaşası içinde genellikle zihnimizde yaşadığımız için, uyarılarının şiddeti artıncaya dek bedenimizin verdiği sinyalleri dikkate almayız.
Antik çağ felsefelerinin ve öğretilerinin çoğunun bedeni araçsallaştırması, önemsizleştirmesi, hatta lanetlemesinin attığı temelin üstüne Descartes’ın zihni bedenden önce ele alması, yaşamın bütünselliğine karşın insanı adeta sakat bırakmıştır.
Devamını okumak için tıklayınız
“Çilecilik” adı altında doğunun da batı kadar sorumlu olduğu bedeni reddetme öğretisinin oluşturduğu anomalilerin yansımasını bugün toplumsal ölçekte görebilmekteyiz. Bu travmatik yaklaşımların ötesinde ise Yoga, Taoizm ve Zen Budizm gibi disiplinler, zihin-beden bütünlüğünü temel alan yaklaşımları ile özel bir önem arz etmektedirler. Tinselliği ve cinselliği birbirinin içinde eritmeyi başaran bu kadim öğretiler, geçtiğimiz yüzyıldan bu yana batı toplumlarının da dikkatini çekmeyi başarmış ancak adeta gerçeklikten bir kaçış olarak ele alınmıştır. Bu minvalde günümüzde çeşitli isimler altında sulandırılan bu disiplinler, kapitalizmin nesnesi haline getirilerek kimliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalmışlardır.
Kökenini Sanskrit dilindeki “yuj” sözcüğünden alan ve “birlik, bütünlük, birleştirmek” anlamlarını barındıran Yoga disiplini, günümüzün piyasa mantığı ile estetik amaçlı olarak kullanılmakta ve tıpkı beden gibi bir tüketim nesnesi haline dönüşmektedir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde “imal” edilen butt yoga, hot yoga, power yoga ya da yüz yogası gibi çalışmalar, bedeni ve zihni bütüncül olarak ele alan bu öğretiyi bedenin parçalarına indirgemektedir. “Birlik, bütünlük” gibi sözcüklerin sadece zihinsel düzlemde ele alınarak içlerinin boşaltılmasına karşılık bedenin doğasından kaynaklanan bilgeliğini gün yüzüne çıkarmak, doğunun bu kadim öğretilerine gösterilmesi gereken saygının bir ifadesidir.
Yoga disiplininde, bedene odaklanarak nefesle eşzamanlı, yavaşça yapılan ve “Asana” olarak adlandırılan binlerce duruş vardır. Asana’lar bir bakıma yaşam içindeki duruşumuzu temsil eder. Bu duruşların her biri bir hayvan, bitki ya da bir doğal oluşumu (dağ gibi) yani doğanın bir unsurunu yansıtır. Yaşamın temeli olan nefes ile birlikte duruşu oluşturduğumuzda zihnimiz sakinleşir ve o duruş süresince o varlığın en karakteristik özelliğine bürünürüz. Doğaya yabancılaşmamızın sonucu sürdürdüğümüz sentetik yaşamlarımızda, bu yönüyle Şamanik bakış açısını hatırlamaya ihtiyacımız vardır.
Yaşamın başı ve sonu olan “nefes”in beden ve zihin arasında bir köprü olduğu unutulmamalıdır. Düzgün ve sakin nefesler bedeni ve zihni sakinleştirir. Nefesi ve bedeni hissetmek, yaşadığımızı ve yaşamı fark etmemizi sağlar..
Dilimize pelesenk ettiğimiz “saygı duymak” deyimi, Yoga disiplini içinde ele alındığında önce bedeni tanımakla, onun sınırlarını fark etmekle başlar. Asana’ları uygularken bedeni aşırı zorlamak, bedene şiddet uygulamak anlamına gelir. Kadim Hint bilgelerinden Patanjali’nin oluşturduğu Yoga sisteminin ilk basamağındaki kuralların ilki “Ahimsa”dır, anlamı “şiddetsizlik, zarar vermemek”tir. Asana’lar sırasında bedenimizin zorlanıp rahatsız olduğu noktada durmamızın erdemi, çevremize ve doğaya duymak zorunda olduğumuz saygının başlangıcıdır.
Yoga, nefesle birlikte yapılan ve zihnin bedende odaklandığı hareketli bir meditasyondur. Duruşları uygularken nefesin giderek yavaşlaması ve uzamasıyla zihin de sakinleşir, beden ve zihin arasındaki uzaklık ve ayrım ortadan kalkar. Bu durum kişide bir yanıyla dinginliğe ve huzura, diğer yanıyla neşe ve canlılığa yol açar ki gündelik sorunların bize unutturduğu yaşama sevinci açığa çıkar.
Yaşamdaki etkinliğimiz anladığımız, anlamlandırdığımız kadardır. Spinozacı bir bakış açısıyla ele aldığımızda, bedenlerimizi maruz bıraktığımız kötü karşılaşmalar ve onların doğurduğu fikirler, duygulanım bozuklukları yaşamdaki edilgenliğimizi, tutkuların nesnesi olduğumuzu göstermektedir. Yoga ve benzeri disiplinlerde, esiri olduğumuz tutkulardan özgürleşmeye çalışmak, zihni ve bedeni aynı düzlemde, herhangi bir iktidar ilişkisi dışında ele almakla gerçekleşir. Anladıkça, anlamlandırdıkça artacak olan etkinliğimiz bizi yaşamla barışık kılar. Ahmet Oktay’ın Yol Üstündeki Semender şiirinde Serge Moscovici’den alıntıladığı gibi, “yaşama evet demek gerekir”.
Semra – Burak Kumpasoğlu
Bu yazı: dergisanat.com‘da yayınlanmıştır